Filmlerin başındaki numaralar sıralamayı göstermiyor, her bir filmle ilgili yorumu diğerinden ayırmayı sağlıyor.
1. Hamnet
Chloé Zhao’nun Shakespeare’in oğlunun ölümünü konu alan, derinden etkileyici filmi, Maggie O’Farrell’ın romanını tüm belagatiyle ve duygusal gücüyle beyazperdeye aktarıyor.
11 yaşındaki Hamnet’in ölümünün yaslı ailesini nasıl etkilediğini anlatırken duygusallığa veya melodrama kapılmak zor olmazdı.
Ancak film, büyük ölçüde oyunculuklarının derinliği ve dürüstlüğü sayesinde son derece etkileyici.
Jessie Buckley, Shakespeare’in karısı ve filmin gerçek kahramanı olan güçlü iradeli ve sezgisel Agnes rolünde hem sert hem de dokunaklı.
Paul Mescal ise Shakespeare karakterine zengin ve samimi bir insani hava katıyor.
Görsel imgeleri ve aşk, sanat, ölüm ve yas temalarıyla göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip olan Hamnet, yılın en dokunaklı ve en sevimli filmi. (CJ)
2. Sorry, Baby
Bu karşı konulmaz bağımsız komedi dramının yazarı ve yönetmeni, aynı zamanda Agnes karakterini canlandıran Eva Victor.
Agnes’i günümüzde, en yakın arkadaşı Lydia’yı (Naomi Ackie) ders verdiği New England College’de ziyarete geldiği dönemde görüyoruz. Ancak film aynı zamanda, birkaç yıl öncesine, Lydia ile üniversite öğrencisi oldukları ve Agnes’in hocalarından biri tarafından cinsel saldırıya uğradığı döneme de geri dönüşler yapıyor.
Victor, saldırıdan önceki ve sonraki günleri, gerçekçi bir açık sözlülük ve ifadesiz bir alaycılıkla anlatıyor; böylece potansiyel olarak kasvetli bir drama, dayanıklılık ve kadın arkadaşlığına dair tuhaf, buruk bir övgüye dönüşüyor.
En dikkat çekici yanı ise Victor’un yazar-yönetmen olarak ilk filmi olmasına rağmen kendilerine özgü, belirgin bir üslup ve ton oluşturmuş olmaları. (NB)
3. Is This Thing On?
Bradley Cooper şimdiye kadar üç film yönetti: Bir Yıldız Doğuyor rock müziği ele aldı, Maestro klasik müziğe yöneldi ve Is This Thing On? stand-up komedi dünyasına dalıyor.
Dolayısıyla, üçü arasında en rahat, samimi ve eğlenceli olanı. Filmin ortak yazarı Will Arnett, karısından (Laura Dern) uzaklaşmış, bezgin bir finans yöneticisini canlandırıyor.
Bir gece, giriş ücretini ödememek için isteksizce New York’taki bir komedi kulübünde sahneye çıkıyor.
Ancak, şaşırtıcı bir şekilde, stand-up’ın sorunlarını dile getirmesine olanak sağladığını ve orta yaşın ebeveynlikten ve sabah 9.00 akşam 5.00 bir işten daha fazlası olabileceğini hatırlattığını fark ediyor.
Liverpoollu İngiliz komedyen John Bishop’un deneyimlerine dayanan (bu nedenle Arnett bazen Liverpool futbol forması giyiyor) bu sıcakkanlı komedi draması, evliliğin ne kadar zor olabileceğini gösterirken, aynı zamanda buna değebileceğini de ima ediyor. (NB)
4. One Battle After Another
Paul Thomas Anderson’ın cesur orijinal filmi, tuhaf bir komedinin temposuna ve mizahına sahip. Aynı zamanda dokunaklı bir aile draması ve otoriter hükümetler ile ırkçı komplolar hakkında son derece ciddi bir olay örgüsü var.
Mucizevi bir şekilde, tek bir an bile duraksamadan hepsini zahmetsizce hissettiriyor. Film, yıldızlarla dolu oyuncu kadrosuyla destekleniyor.
Leonardo DiCaprio, eski radikal Bob Ferguson rolünde en komik performansını sergilerken, Benicio del Toro, Sean Penn ve Teyana Taylor yardımcı rollerde.
Entelektüel ağırlığıyla Anderson, filme ilham veren Thomas Pynchon’ın Vineland romanının sosyal ve politik temalarını yansıtıyor.
DiCaprio ve kızı Chase Infiniti ise, Anderson’la her zaman ilişkilendirilmeyen duygusal bir sıcaklık katıyor.
Ayrıca, araba kovalamacaları ve silahlı çatışmalarla dolu, nefes kesici aksiyon sahneleri de mevcut.
One Battle After Another yılın en iyilerinden biri. (CJ)
5. No Other Choice
Donald Westlake’in bir romanından uyarlanan Park Chan-wook’un hicivli komedisi, Oldboy ve The Handmaiden’ın Koreli yönetmeninin bir başka kanlı zaferi.
Lee Byung-hun, kariyerinden, karısından, çocuklarından ve genel olarak hayatından son derece memnun, uzun süredir kağıt fabrikası müdürü olarak görev yapıyor.
Ancak gurur, beklenmedik düşüşünün öncesinde ağır basıyor. Aniden işten çıkarıldığına inanmıyor. Ve başka hiçbir şirket onu işe almadığında daha da büyük bir şok yaşıyor.
Ailesinin geleceğini güvence altına almak isterken, pek de yetenekli olmayan Bay Ripley olmaya karar veriyor ve istediği iş için rakip adayları öldürmeye başlıyor.
No Other Choice, yaratıcı olaylar, sıra dışı karakterler ve çılgın fikirlerle dolu, uçuk bir kara komedi.
Ancak Park, talihsiz anti-kahramanına derinden önem veriyor ve kapsamlı işten çıkarmaların ve yapay zekanın etkileri hakkında son derece yerinde sorular soruyor. (NB)
6. The Secret Agent
Yönetmen ve senarist Kleber Mendonça Filho, yozlaşmış hükümet gücünün sıradan insanların hayatlarını nasıl mahvettiğini ustalıkla resmederken, bu heyecan verici drama, siyasi gerilim klişelerini altüst ediyor.
Filmin kendine özgü tonu, başlangıçta ekrandaki metnin bizi “büyük kötülükler dönemi” olarak tanımlanan 1977 Brezilya’sına yerleştirmesiyle belirleniyor. Bu, diktatörlük altındaki ülkeyi tanımlamanın kesinlikle düşük profilli bir yolu.
Wagner Moura dinamik bir oyuncu ve tüm karizmasını, hükümetle bağlantılı bir oligarkla karşı karşıya gelen ve kendisini cinayetin hedefi olarak bulan apolitik bir profesör olan Marcelo rolüne yansıtıyor.
Film, türleri ve etkileri kolayca harmanlayarak bize bir karnaval kutlaması, bir yeraltı direniş ağı, Marcelo ile küçük oğlu arasındaki dokunaklı bir ilişki ve kanlı bir çatışmaya giren suikastçılar sunuyor.
Beklenmedik unsurları tek bir yoğun, gerilimli ve sürükleyici filmde bir araya getiren Mendonça Filho, günümüzün en iyi yönetmenlerinden biri olarak ününü pekiştiriyor. (CJ)
7. The Voice of Hind Rajab
Saf, yürek burkan etki açısından, bu yıl sinemalardaki hiçbir film The Voice of Hind Rijab ile karşılaştırılamaz.
Tunuslu Kaouther Ben Hania tarafından yazılan ve yönetilen film, Ocak 2024’teki yürek parçalayıcı bir olayı yeniden canlandırıyor: Beş yaşında bir Filistinli kız, Gazze’de bir arabanın enkazında sıkışır, bir İsrail tankının ateş açacağından çok korkar ve öldürülmeden önceki son saatlerinde Filistin Kızılayı ofisinde bazı gönüllülerle telefonda konuşur.
Filmde, oyuncular gönüllüleri canlandırıyor ve çaresizce onu kurtarmak için ambulans ayarlamaya çalışıyorlar, ancak hattın diğer ucundaki Hind Rajab’ın ses kaydı.
Belgesel ve dramın bu yıkıcı birleşimi, zamanla yarış gerilimini, savaşın vahşetinin çarpıcı, neredeyse dayanılmaz bir resmine dönüştürüyor.
Ben Hania’nın son iki filmi Four Daughters ve The Man Who Sold His Skin, Oscar’a aday gösterilmişti. The Voice of Hind Rajab’ın bunu üçüncü kez başarması bekleniyor. (NB)
8. Sentimental Value
Sentimantel Value, (Duygusal Değer), bu etkileyici aile dramasının ismine rağmen en büyük gücü, parlak bir film yönetmeni baba ile gecikmeli de olsa duygusal bir bağ kurmaya çalıştığı iki yetişkin kızı arasındaki karmaşık dinamikleri ele alırken, içten ama duygusallıktan uzak olan tonu.
Stellan Skarsgård, Gustav Borg rolünde uzun ve renkli kariyerinin belki de en iyi performansını sergiliyor ve Borg’u, kızlarına karşı gerçek bir sevgi ve ilgi besleyen, kendini beğenmiş bir sanatçı olarak tasvir ediyor.
Yazar ve yönetmen Joachim Trier, Borg’un endişeli ve güvensiz kızı oyuncu Renate Reinsve ile küçük oğlu ve kız kardeşini koruyan küçük kızı Inga Ibsdotter Lilleaas’tan da aynı derecede gerçekçi ve incelikli performanslar ortaya çıkarıyor.
Sentimental Value, Oslo’daki Borg ailesinin evine bir bakışla başlıyor. İzleyicilere, bir eve girmişler ve baba-kız ve kardeş ilişkilerini tüm tedirginliği ve sevgi hasretiyle deneyimlemişler gibi hissettirmenin mükemmel bir örneğini sunuyor. (CJ)
9. It Was Just an Accident
Jafar Panahi, İran’da yönetmenlik yapması yasaklandığı için filmlerini gizlice çekmek zorunda kalıyor.
Daha önce iki kez hapis cezasına çarptırıldıktan sonra, bir yıl daha hapis cezası ve seyahat yasağı aldı.
Bu koşullar altında, son filmi It Was Just an Accident’in rejimi bu kadar sert bir şekilde eleştirmesi pek de şaşırtıcı değil.
Şaşırtıcı olan, bu kadar fazla insani, iyimser ve mizahi bir üslupla yazılmış olması.
Vahid Mobasseri, bir konuşmayı duyup siyasi tutuklu olduğu dönemde kendisine işkence eden gardiyanın sesini tanıyan Vahid adından bir tamirci rolünde.
İşkencecisini kaçırmaya karar verir ancak küçük bir engel vardır: Vahid hapishanede gözleri bağlı olduğundan, doğru adamı bulduğundan tam olarak emin olamaz.
Aklına gelen tek çözüm, Tahran’da dolaşıp eski mahkum arkadaşlarının fikrini sormaktır.
Panahi’nin ustaca kurgulanmış hatalar komedisi, bu yıl Cannes Film Festivali’nin en büyük ödülü olan Altın Palmiye’yi aldı. (NB)
10. Marty Supreme
Timothée Chalamet, Josh Safdie’nin 1950’lerde New York’un aşağı doğu yakasında geçen bu katmanlı dönem filminde, en beklenmedik kahramanı -dolandırıcı ve bir masa tenisi şampiyonu olmayı hayal eden bencil bir genç adamı- son derece büyüleyici bir biçimde canlandırıyor.
Chalamet, neşeli, çevik ve hızlı konuşan Marty Mauser’ı, ne kadar acımasız olduğunun farkında bile olmayan, ilerlemeye kararlı bir adam olarak resmediyor.
Performansı, karakteri sevmemizi isteme eğilimine zekice direniyor; onu anlamak yeterli.
Marty’nin dünyayı dolaşan komik maceraları boyunca, eski bir film yıldızıyla (rolde kusursuz olan Gwyneth Paltrow), bir suçluyla ve kız arkadaşının kocasıyla ve başkalarıyla yolları kesişiyor.
Chalamet’in oyunculuğu filmin yavan, bazen absürt mizahı ve dinamik enerjisiyle mükemmel bir uyum sağlıyor.
Bir spor filmi kategorisi altında neşeli bir karakter çalışması olan Marty Supreme, kusurlu kahramanına rağmen karşı konulamaz derecede canlı ve izlemesi eğlenceli. (CJ)
11. Wake Up Dead Man
Rian Johnson’ın gizem serisi Knives Out’un üçüncüsü, en az diğer ikisi kadar keyifli.
Her zamanki gibi, Daniel Craig’in oynadığı şık takım elbiseli Benoit Blanc karakterinin akıl almaz bulmacaları çözüp kötü niyetlileri alt ettiğini görüyoruz.
Ve tüm bu şamataların altında, Amerikan toplumunun aşırı ayrıcalıklı kesimlerinin hicvedilmesini izliyoruz.
Knives Out’ta Johnson’ın büyüteç altına aldığı kişiler zenginlerin kibirli çocuklarıydı; Glass Onion’da hipster teknoloji meraklıları ve boş kafalı nüfuz sahipleriydi; Wake Up Dead Man’de ise kıyametvari din liderleri ve onları sömüren politikacılar. (NB)
12. Father Mother Sister Brother
Jim Jarmusch’un kariyeri, bazen çok rahat göründükleri için değerinin anlaşılmadığı, iyi düşünülmüş ve ustalıkla işlenmiş filmlerle dolu.
Bu nedenle, son filminin bu yılki Venedik Film Festivali’nde en büyük ödül olan Altın Aslan’ı kazanması, uzun zamandır beklenen bir takdirdi.
Her biri farklı bir şehirde geçen, her biri farklı bir oyuncu kadrosuna sahip bu üç ayrı hikâye, göründüğünden daha katmanlı, iddialı ve derin.
Uzak kardeşler, Adam Driver ve Mayim Bialik’in, New Jersey’deki babalarını (Tom Waits) ziyaretleri dokunaklı bir komedi.
Dublin’de anneleriyle (Charlotte Rampling) çay içen kız kardeşler Cate Blanchett ve Vicky Krieps, buz gibi isabetsiz bağların gerçekçi bir draması.
Paris bölümünde ise, Amerikalı göçmenlerin çocukları Indya Moore ve Luka Sabbat’ın rol aldığı hüzünlü bir tarih duygusu var.
Tipik akıcı üslubu ve her zamankinden daha dokunaklı anlatımıyla Jarmusch, nispeten kısa her bölümde aile hakkında çoğu film yapımcısının saatler içinde anlatabileceğinden daha fazlasını anlatıyor. (CJ)
13. Weapons
Weapons filmi bilinmeyen bir banliyöde bir gece saat 02:17’de başlıyor.
Aynı ilkokul sınıfından 17 küçük çocuk yataklarından kalkıp evlerinden kaçıyor ve karanlığa karışıyorlar.
O andan itibaren, geride kalan kasabalılar ne olduğu ve neden olduğu sorusuyla boğuşmak zorunda kalıyor.
Doğaüstü gizemin çözümü basit görünüyor, ancak Barbarian (2022) filminin de yazarı ve yönetmeni Zach Cregger, ağzı açık bırakan finaline alışılmadık derecede dolambaçlı bir yol izleyerek olayları birkaç karakterin deneyimlediği şekilde sunuyor.
Çocukların huysuz öğretmeni (Julia Garner), telaşlı müdürleri (Benedict Wong), öfkeli bir ebeveyn (Josh Brolin), sorunlu bir polis memuru (Alden Ehrenreich) ve daha fazlası.
Cregger, film boyunca sinirleri yıpratacak sessizliklerden nefes kesen kanlı sahnelere, ürkütücü gerçek üstücülükten şaşırtıcı mizah anlayışına kadar sayısız unsuru ustalıkla kontrol edebildiğini gösteriyor.
Ancak filmi benzersiz kılan, sıradan Amerikan yaşamının parlak mozaiği.
Paul Thomas Anderson’ın Magnolia’sından ve Robert Altman’ın Raymond Carver uyarlaması Short Cuts’tan esinlenen film, yepyeni bir korku filmi gibi hissettiriyor. (NB)
14. Highest 2 Lowest
Bu heyecan verici ve düşündürücü gerilim filmi, Akira Kurosawa’nın 1963 yapımı High and Low filminden esinlenmiş olsa da, tam bir Spike Lee filmi olmasıyla büyük övgü aldı.
Denzel Washington, genç oğlu fidye için tutulan müzik şirketi patronu David King’i canlandırıyor. Ancak fidyecinin yanlışlıkla King’in asistanının (Jeffrey Wright) oğlunu kaçırdığı ortaya çıkıyor.
Parası olmayan Kral başkasının çocuğunun parasını ödeyecek mi? Bu ahlaki ikilem, Lee’nin alışıldık dokunuşlarıyla şekilleniyor ve filmin akışına katılıyor.
Lee’nin ırk ve sınıfın yaygın toplumsal sorunlar olduğu konusunda köklü bir farkındalığı var.
Siyah sanatçıların çalışmalarıyla dolu King’in lüks Brooklyn çatı katı dairesi de dahil olmak üzere göz alıcı görseller kullanılıyor.
Rap’ten salsaya ve bir orkestra müziğine kadar uzanan canlı müzikler duyuluyor.
King, kaçıranla etkileşime girdiğinde, kalabalık kutlamalar sırasında New York metrosunda heyecan verici bir kovalamaca yaşanıyor.
Washington en iyi oyunculuğunu sergiliyor. A$AP Rocky yardımcı rolde ustaca bir performans sergiliyor.
Birkaç didaktik diyalog var ancak bunlar bir Spike Lee filminin doğasına uygun.
Sürükleyici ve ustalıklı, Highest 2 Lowest klasik bir Lee yapımı. (CJ)
15. Bring Her Back
Danny ve Michael Philippou, 2022 yapımı hayaletli korku filmi Talk to Me ile YouTuber’lıktan uzun metrajlı film yönetmenliğine çarpıcı bir geçiş yaptı.
Avustralyalı ikiz kardeşlerin devam filmi daha da iyi.
Bring Her Back, Billy Barratt ve Sora Wong’un canlandırdığı yetim bir erkek ve kız kardeşin, Sally Hawkins’in canlandırdığı misafirperver -belki de fazla misafirperver- bir koruyucu anneyle yaşamaya gönderilmesinin titizlikle kurgulanmış, etkileyici bir atmosfere sahip öyküsü.
Philippou’lar filmin korku ve dram yanlarını eşit derecede ciddiye alıyorlar. Ucuz ani korkutmalara veya yapmacık dönüşlere başvurmak yerine, inandırıcı bir şekilde yaşanmış bir ortamda üç boyutlu insanlar hakkında güçlü bir duygusal öykü anlatıyorlar.
Ancak bu öyküde şeytani ele geçirme ve et yiyen zombiler de yer alıyor.
Sürükleyici, duygusal olarak yoğun ve yönetmenlerin günümüzün en iyi korku filmi yapımcılarından ikisi olduğunu kanıtlayacak kadar özgün.
Oscar jurileri türe daha fazla ilgi gösterseydi, Hawkins en iyi kadın oyuncu ödülü için aday olabilirdi. (NB)
16. Materialists
İngiliz yazar Jane Austen, para ve evliliğin sonsuza dek iç içe olduğunu biliyordu ve Celine Song, bu keyifli romantik komedide bu fikri bolca alaycılıkla birlikte akıllıca 21. yüzyıla taşıdı.
Materialists, geleneksel bir romantik komedi gibi görünse de, türün basmakalıp anlayışını yıkarak, materyalist dünyamızdaki ilişkilere net bir bakış açısı sunuyor.
Song’un göz alıcı oyuncu kadrosu hafif performanslar sergilemeyi başarıyor; Dakota Johnson ise hayatındaki iki erkek arasında seçim yapan profesyonel çöpçatan Lucy rolünde.
Kabul edelim, seçimlerin hiçbiri kötü değil.
Chris Evans, onu hâlâ seven eski sevgilisi, ancak ona ancak geçinmekte zorlanan bir aktör hayatı sunabiliyor ve Lucy yoksul bir hayat istemiyor.
Pedro Pascal ise onu gerçekten dinleyen milyarder. Pascal, her zamanki gibi, çekicilik ve samimiyetin mükemmel bir karışımı.
Song, paranın ilişkilerdeki rolüne dair pratik ve yargılayıcı olmayan bakış açısına rağmen, aşkın kendisine karşı asla alaycı değil.
Günümüzün en özgün ve incelikli film yapımcılarından biri olan Song’dan ilk filmi Past Lives’ın ardından bir başka mücevher daha. (CJ)
17. The Ballad of Wallis Island
Bu keyifli İngiliz komedisinde, iki yazarı Tom Basden ve Tim Key ile birlikte Carey Mulligan rol alıyor. Key piyango kazanan neşeli ve eksantrik Charles’ı canlandırıyor.
En sevdiği folk müzisyenleri Herb McGwyer (Basden) ve (Mulligan)’a yaşadığı küçük adada sahneye çıkmaları için ikramiyesini veriyor.
Ancak ikili hem profesyonel hem de kişisel olarak yıllar önce ayrılmış ve Charles, diğerinin de adada olacağını ikisine de söylememiş.
James Griffiths’in hassas bir şekilde yönettiği The Ballad of Wallis Island tam bir başarı.
Sıcak, samimi ve etkileyici; önemsediğiniz karakterlerle dolu, ama aynı zamanda başından sonuna kadar komik.
Özellikle Charles’ın diyalogları, kasıtlı olarak kötü kelime oyunları ve esprili sloganlarla o kadar dolu ki, ilk seferde kaçırdığınız esprileri yakalamak için filmi bitirir bitirmez tekrar izlemek isteyebilirsiniz. NB)
18. Lurker
Sosyal medya çağında hayran ve ünlü arasındaki görünüşte yakın ama yanıltıcı bağı konu alan birçok film arasında, çok azı bu etkileyici psikolojik gerilim filmi kadar başarılı oldu.
Yazar ve yönetmen Alex Russell (The Bear and Beef’in yazarı ve yapımcısı), ilk filminde ana karakterinin aşırı hayranlıktan toksik bir parasosyal ilişkiye geçişini ustalıkla yönetiyor.
Matthew (Théodore Pellerin), pop müzik yıldızı Olive’ın (karizmatik Archie Madekwe) girdiği mağazada tezgahtar olarak çalışıyor.
Coşkulu Matthew, Oliver’ın maiyetine dahil ediliyor. Film bize onun bakış açısını sunsa da onu bir kahraman yapmıyor.
Seyirci olarak, alay konusu olmasından ve bir maskot gibi davranılmasına izin vermesinden irkiliyoruz. Oliver onu dışladığında ise Matthew çıldırıyor.
Hayranlık üzerine çoğu film doğrudan korku türüne yönelirken, bu zekice ve ürpertici portre daha etkili çünkü sonunda sadece takip ve gerilime varıyor.
Bu süreçte, şöhret sanrılarının çok yaygın olan kökenlerini de açığa çıkarıyor. (CJ)
19. Companion
Yılın şimdiye kadarki en sert Amerikan bağımsız filmi olan Companion’da, Jack Quaid ve Sophie Thatcher, Rus bir iş adamının ücra ormanlık kaçamağında arkadaşlarıyla kalmaya giden genç bir çifti canlandırıyor.
Sarhoş itiraflar, şüpheler ve anlaşmazlıklar gecesi yaşanırken, ilk bakışta filmin romantik bir komedi mi, yoksa ters giden bir soygunla ilgili kara film mi olduğu anlaşılmıyor.
Aslında Companion bir bilimkurgu komedi gerilim filmi.
Yazar-yönetmen Drew Hancock’un beyazperdedeki ilk filminin, modern teknoloji ve bazı güvensiz genç erkeklerin ne kadar kibirli ve kadın düşmanı olabileceği üzerine son derece eğlenceli bir hiciv olduğunu söylemek yeterli.
Ve tüm fikirlerini 97 dakikaya sığdırıyor. (NB)
20. Sinners
Ryan Coogler etkileyici Black Panther’in ardından bu filmde kendini aşıyor.
Michael B. Jordan, 1932’de Chicago’dan memleketlerine bir bar açmak için dönen Smoke ve Stack adlı ikizler rolünde kurnazca ikna edici.
Coogler, büyük bir hırs ve hayal gücüyle, bilindik türleri ve klişeleri gerçekle doğaüstü olanı flulaştıran tamamen özgün bir filmde harmanlıyor.
Sinners bir vampir filmi olduğu kadar bir dönem filmi.
Film, ırkçılık, aile, batıl inanç ve maneviyat hakkında bir drama sunuyor.
Coogler, zaman zaman cüppeli Afrikalı müzisyenlerin rapçilerin yanında göründüğü bir hayal dünyasını ustalıkla yönetiyor.
İlk saat o kadar doku dolu ki tek başına bir dönem filmi olabilir. Ancak son bölümde doğaüstü ve aksiyon giriş yaparak kan ve intikam dolu bir finale yer açıyor.
Jordan, Delroy Lindo, Wunmi Musaku ve Hailee Steinfeld gibi muhteşem bir yardımcı oyuncu kadrosuyla çevrili. (CJ)
21. Art for Everybody
Miranda Yousef’in sürükleyici belgeseli, tarihin en çok satan sanatçılarından biri olan Thomas Kinkade’in kurgudan daha tuhaf öyküsünü anlatıyor.
Eleştirmenler eserlerini mide bulandırıcı derecede iğrenç bulsa da, 1990’lar ve 2000’lerde ABD’nin dört bir yanında Kinkade’in şirin kır evlerinin duygusal resimlerine adanmış dükkanlar vardı.
Art For Everybody (Herkes için Sanat), neyin meşru sanat olarak kabul edileceğine kimin karar vereceği ve bazı resimlerin diğerlerinden daha ahlaki olup olamayacağı gibi büyüleyici sorular soruyor.
Bu sorular, ABD’deki devam eden kültür savaşları ışığında bugün de yankı buluyor.
Ancak Yousef’in hassas bir dengeye sahip duyarlı filmi, sosyopolitik meseleler kadar kişisel meseleler konusunda da aynı derecede büyüleyici. (NB)
22. Warfare
Civil War (İç Savaş) filminin yazarı ve yönetmeni Alex Garland ve filmin askeri danışmanı olan deneyimli oyuncu Ray Mendoza, ABD Donanması ile El Kaide savaşçıları arasındaki gerçek bir savaşı yeniden canlandırdıkları bu filmde, yürek burkan, duygusal ve gerçek zamanlı bir drama yarattılar.
Garland’ın ustalıklı tekniği ve Mendoza’nın savaşa dair ilk elden deneyimi, bizi hiçbir açıklama veya arka plan bilgisi olmadan çatışmanın yoğunluğuna sürüklüyor.
Oyuncular Joseph Quinn, Will Poulter, Cosmo Jarvis ve D’Pharaoh Woon-A-Tai’nin yüzleri, kuşatma altında olmanın korkusunu ve kararlılığını yansıtmaya yetiyor.
Tipik Hollywood savaş filmlerinin gösterişinden uzak karakterler yaratan oyuncular, savaştaki cesareti dehşet dolu bir dayanıklılık testi olarak tasvir ediyor.
Film bizi bu duyguyla sarıyor. Gürültülü ve yoğun, el bombaları ve silah sesleriyle amansız saldırılar ve yaralıların acı çığlıkları filmin başından sonuna kadar susmuyor.
Warfare, göz kamaştırıcı bir teknik başarıdan çok daha fazlası.
Irak savaşının siyasetinden ziyade, çatışmanın ve şiddetin kişisel maliyetine odaklanarak, savaş filmini canlandırıcı bir tazelik ve doğrudanlıkla yeniden yorumluyor. (CJ)
23. Holy Cow
Yeşil Fransız kırsalının derinliklerinde, pejmürde ve avare genç Totone (Clément Faveau), babasının ani ölümünden sonra küçük kız kardeşi Claire’e (Luna Garret) bakmak zorunda kalır.
Peki ya korkunç mali sorunlarına çözümü? Ödüllü lüks peynir yapmak.
Louise Courvoisier’in ilk filmi, büyüdüğü Jura bölgesinin topraklarında yürek burkan bir büyüme draması.
Tarım işçileri için hayatın ne kadar zorlu olabileceğine ve kaygısız bir gençlikten amansız, sorumlu bir yetişkinliğe geçişinin ne kadar bunaltıcı olduğuna dair gerçekçi bir bakış açısı sunuyor.
Ama aynı zamanda, hayatlarını iyileştirmek için güneşli havada birlikte çalışan ezilenleri sıcak, romantik, muhteşem görüntüler ve nihayetinde umut dolu bir hikâyeyle kurguluyor. (NB)
24. Wallace and Gromit: Vengeance Most Fowl
Aardman’ın iki büyük kahramanı, en sinsi düşmanları Feathers McGraw adlı şeytani penguenle birlikte geri döndü.
Nick Park ve Merlin Crossingham’ın yönettiği, Oscar adayı Vengeance Most Fowl, Wallace ve Gromit’in absürt maceralarını özenli stop-motion kil animasyonları, Heath Robinson tarzı aletler, klasik sinemaya göz kırpan göndermeler, neşeli ve komik İngiliz mizahı ve karakterlere ve dünyalarına duyulan derin sevgiyle süslüyor.
The Wrong Trousers filminden 30 yıl sonra Feathers McGraw’ı görmek bir zevk. Ancak Bristol merkezli stüdyonun yeni filminde, beklediğiniz nostaljik tuhaflıktan daha fazlası var.
Wallace, Gromit’in en sevdiği tüm bahçe işlerini yapan (ve hatta daha kötüye dönüşmeden önce bile) robotik bir bahçe cücesi icat ettiğinde, hikaye sizi yapay zeka hakkındaki korkular eşliğinde Görevimiz Tehlike bölgesine doğru tekne yolculuğuna çıkarıyor. (NB)
25. On Becoming a Guinea Fowl
Ben Cadı Değilim (2017) ile İngiliz sinemasının en iyi çıkış yapan filmi dalında Bafta ödülü kazanan yetenekli yönetmen Rungano Nyoni, görsel açıdan muhteşem, sanatsal ve anlaşılır filmler yapıyor.
Son filmi, kültür ve kuşak çatışmaları konularında net bir bakış sunan bir drama.
Filmin kahramanı Shula, yakın zamanda şehirden Zambiya’daki köyüne dönen kozmopolit bir kadın.
Shula, bir kostüm partisinden simli gümüş bir kask ve koyu renk gözlüklerle (bir Missy Elliott videosuna gönderme) eve dönerken amcası Fred’i toprak yolda ölü buluyor, Nyoni bu uyumsuzluğu hemen aktarıyor.
Hikâye bizi ailenin geleneksel cenaze ritüellerine götürürken, Shula ve iki kuzeninin çocukken Fred tarafından istismara uğradığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
Anneleri, kardeşlerinin yasını tutarken bu gerçeği bir kenara bırakıyor. Nyoni’nin tarzı, gerçeküstü imgeler kullanırken bile gerçekçi.
Gizlilik ve cinsel saldırının travmasıyla ilgili anlatı, Shula’nın bir çocuk televizyon programını hatırladığı ve bu çarpıcı filmin adının nihayet anlam kazandığı son ana kadar güçleniyor. (CJ)
kaydırmaya devam ederek gündemden son dakika ve magazin haberlerine havadiskolik.com üzerinden anında erişebilirsiniz ve bizi twitter hesabımızdan takip etmeyi unutmayın ! https://x.com/havadiskolik
SEKTÖREL
4 gün önceSEKTÖREL
5 gün önceGÜNDEM
6 gün önceGÜNDEM
6 gün önceSEKTÖREL
13 gün önce
1
Amazon Prime aylık abonelik ücreti 2025 ne kadar oldu? Amazon Prime aylık abonelik ücretine ne kadar zam geldi?
722 kez okundu
2
Grup Yorum üyeleri kimler? Grup Yorum nasıl, ne zaman kuruldu?
693 kez okundu
3
Alanya’nın Genç Girişimcisi Engin Acar’dan Yeni Marka: ENRONI!
612 kez okundu
4
Kufi ne demek? Duman’ın yeni şarkısının ismi Kufi ne anlama geliyor? Kufi Türkçe mi?
459 kez okundu
5
Aleyna Tilki’den ‘Yaz Yaz Yaz’ açıklaması! ‘Herkes neye bakarsa onu görür’
447 kez okundu