DOLAR 42,8255 0.03%
EURO 50,2198 0.08%
ALTIN 6.040,181,15
BITCOIN 37943070.78471%
İstanbul

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

Tarafsızlık Perdesinin Ardında: Her Cephede Savaştık

Tarafsızlık Perdesinin Ardında: Her Cephede Savaştık

ABONE OL
Aralık 21, 2025 20:14
Tarafsızlık Perdesinin Ardında: Her Cephede Savaştık
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Özkarabekir’in metni, bir “tarih kitabı”nın soğukluğundan çok, belgeselci bir dikkatle ilerliyor. Bunun nedeni yalnızca konunun dramatik ağırlığı değil, yazarın mesleki hafızası. Televizyonculuk ve belgesel yapımcılığı, metne “olayları anlatmak”tan ziyade “sahneye yaklaştırmak” gibi bir refleks kazandırmış. Bu yüzden kitap, okuru verilerin arkasında bırakmıyor; tanıklıkların, aile hikâyelerinin, sürgünlerin, esaretlerin, kayıpların ve geri dönüşlerin içine alıyor. Yazarın “yirmi yıl sonra yeniden” dediği yer de zaten burası: 2005’te yayımlanan ilk çalışmanın ardından gelen tanıklıklar, e-postalar, Avrupa’dan ve Türkiye’nin farklı şehirlerinden ulaşan aile anlatıları… Yani bir savaşın gölgesinde yaşamış insanların “Biz de vardık.” diyen sesleri.

Kitabın temel iddiası açık ve sarsıcı: Türkiye Cumhuriyeti’nin sıcak savaşta açık taraf olmaması, Türklerin savaşa katılmadığı anlamına gelmiyor. Çünkü Türkler, farklı coğrafyalara savrulmuş hayatların içinde, farklı bayrakların gölgesinde savaşın tam ortasında. Kıbrıs’tan Batı Trakya’ya, Ahıska’dan Kırım’a, Balkanlardan Avrupa içlerine uzanan geniş bir hatta; kimi zaman İngiliz ordusunda, kimi zaman Yunan saflarında, kimi zaman Sovyet ordusunda, kimi zaman da Alman ordusunda… Bu çeşitlilik, “Bizim savaşımız değildi.” cümlesini yerinden oynatıyor. Dahası, okura şunu hatırlatıyor: Savaş yalnızca cephe çizgisinde yaşanmaz; pasaportta, kimlikte, ekmek kuyruğunda, sürgün treninde, esir kampının tel örgüsünde de yaşanır.

Özkarabekir’in en etkili hamlelerinden biri, “tek bir büyük anlatı” kurmak yerine parçalı bir hafıza atlası oluşturması. Atlasın içinde Kıbrıslı Türklerin İngiliz ordusuna yazılma hikâyeleri var; Batı Trakya Türklerinin Yunan ordusu içinde görünmezleşen varlığı var; Ahıska Türklerinin Sovyet saflarında yaşadığı ağır kayıplar ve savaş sonrası sürgünle birleşen büyük kırılma var. Esir düşenler, kamplara sürülenler, farklı ülkelerin üniformaları altında hayatta kalmaya çalışanlar var. Kitap, bu başlıkları yan yana getirirken kolay bir yargı cümlesine yaslanmıyor; daha çok okuru, “tek cümleyle geçiştirmeye” alıştığımız tarih alanına geri çağırıyor. Çünkü burada mesele yalnızca “Kim nerede savaştı?” değil; “Neden unutuldu, nasıl unutuldu, kimler unutuldu?” soruları da metnin içinde dolaşıyor.

Kitabın belgesel damarını güçlendiren şey, tanıklığın yalnızca duygusal bir malzeme olarak kullanılmaması. Tanıklık, burada tarihin içine açılan bir kapı. Özkarabekir’in anlatımında ayrıntı önem kazanıyor: Bir kamp adı, bir söz, bir yolculuk, bir fotoğraf, bir rütbe, bir yaralanma… Bazen tek bir cümle, sayfalarca bilginin taşıyamadığı ağırlığı taşır. Bu sayede metin, “salt tarih” olmanın ötesine geçiyor; belgesel derinliğiyle okurun zihninde yaşayan bir anlatıya dönüşüyor.

Kitabın bir diğer güçlü tarafı da Türkiye’yi yalnızca “dışarıda kalmış ülke” olarak ele almaması. Savaşın Türkiye’deki yankıları; sıkıyönetim havası, ekonomik düzenlemeler, kıtlık ve karne düzeni, vergiler, karartma geceleri, casusluk hikâyeleri ve toplumun gündelik hayatta yaşadığı daralma, metnin arka planında sürekli hissediliyor. Böylece “tarafsızlık”, yalnızca bir dış politika kavramı olmaktan çıkıyor; içeride ağırlaşan hayatın başka bir adı gibi duruyor. Savaşın dışında olmak, savaşın yükünün hiç taşınmadığı anlamına gelmiyor; yalnızca yükün biçimi değişiyor.

Elbette bu kadar geniş bir coğrafyayı ve bu kadar çok hikâyeyi tek bir ciltte toparlamak, okurda “Daha da derinleşsin.” isteği uyandırabiliyor. Ama bu, kitabın zaafından çok konunun büyüklüğünün doğal sonucu: Avrupa’nın ve yakın coğrafyanın en büyük yıkımı, Türklerin parçalı tarihini de parçalı biçimde içinde taşıyor. Her Cephede Savaştık, bu parçaları bir araya getirmeye çalışan; en azından onları görünür kılan; “Bizim olmayan savaş.” rahatlığına karşı “Bizim de kaybımız var.” cümlesini kurduran bir çalışma.

Sonuçta Özkarabekir’in yaptığı şey, resmî cümleyi iptal etmek değil; onun arkasında kalan insanları öne çıkarmak. “Tarafsız kaldık.” denirken yüzü silinenlerin, adı geçmeyenlerin, mezarı uzaklarda kalanların hikâyesini geri çağırmak… Bu çağrı yalnız tarih meraklıları için değil; belleğin nasıl kurulduğunu, nasıl eksiltildiğini, nasıl onarılabileceğini düşünen herkes için kıymetli. Çünkü bazen bir toplum, savaşın içine girmeden de savaşın ağır bedelini taşır; bedeli taşıyanlar unutulduğunda ise “tarafsızlık” bir bilgi değil, bir unutma biçimi olur. Bu kitap, tam da o unutma biçimini bozuyor.


kaydırmaya devam ederek gündemden son dakika ve magazin haberlerine havadiskolik.com üzerinden anında erişebilirsiniz ve bizi twitter hesabımızdan takip etmeyi unutmayın ! https://x.com/havadiskolik

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r